Ana içeriğe geç
  1. Yazılar/

1: Sapaksız Labirent ve Geçitler

·1 dk

Duvarın içine doğru kare şeklinde uzanan, tam tamına 37 ekran tüplü bir televizyonun sığabileceği ve dışarı hiç taşmayacağı, yani aynı bir led gibi görünebileceği, içine sönmüş bir mumla kömür kalemin konulduğu, sırt kısmı yerinde de kraft kağıdı olan oyuğun önünde uzundur bekliyordu; çünkü labirentin duvarı uzaklaşmayı bırakınca gidebilecek yeri kalmamıştı.

(O oyuk aslında tabii ki kendisi olmakla beraber ayrıca da bir televizyon kutusuydu ve sırtı derken, geçidin bu tarafından bakıldığındaki sırtını kast ettim. Led gibi göstermek de geçitlerin doğallıkla yapabilecekleri şeylerden biri, abartmadım. Labirentse, adını gerçekten hak etmiyor, alt tarafı dolambaçlı ve yüründükçe -canı da istiyorsa- uzayan bir koridor.)

Kraft kağıdı kaldırılıp mum kibritli bir el tarafından yakıldı.

İlk günlerde işte bu adam gözünü saatlerce kutuya dikmiyor, onu kağıtlarını, dosyalarını, kalemlerini taşımak için kullandığı sıradan bir şey olarak görüyordu ve taslaklarından anlaşılıyordu ki öykü yazarıydı.

Labirentteki adam, kağıtlara baka baka, yazmak istedi, birkaçını aldı, yazıp geri koydu. Öykü yazarının ne yapacağını merak ediyordu. Yazar onun ne yaptığını anlayamazdı; çünkü geçitler çift taraflı işlemezdi. Oradan baktığında kutunun dibini görecekti.

Gelinen noktaysa çok rahatsız ediciydi. Yeni bir şey denemesine imkan kalmıyordu. Yine mumu üfleyip söndürdü.

Ritüeller, ritüeller…

Duvarın dibine gidip, “Sıkıldım,” dedi, “adamın hayatı acayip değişmiştir, hadi.”

Yürümeye devam ettiler.