Bütün Sözcükler İnsanı Anlatıyordu

Şu anda -ve bir süre daha olmayacak- yürüyen yok.
Yol tek şeritli, kaldırımları geniş, sağında solundaki lambaların ışıklarıyla aydınlanmış. Ufak seslerin arkalara itildiği, çoğaldığı, dönüp kendisini çıkaranı irkilttiği -sözgelimi yuvarlanan yaprağı, hatta rüzgârı, etrafa yayılan havayı- bir an.
Yolun karşısında yüksek ve iri, duvarları kahverengi ya da barut rengi belki, kolonları tuğla kaplı, süssüz, tek tip tahta pencereleri koğuşları andıran bir bina.
Bu tarafında pencereden ulaşılan bir kısım oda, bir bakış açısı. Şekiller bulanıklaşmış, renkler kaybolmuş. Koltuğun köşesi, aradaki boşluk, kitaplığın görünen yerindeki süsler, tabii ki kitaplar, boşluğun üstünde asılı duran guguklu saat ve duvarların birleştiği nokta.
Ne içerinin ne dışarının yansımaları, her yerden toplanıp pencere camındaki o noktaya sığmış.
Hiç insana rastlanılmasa da sonuçta bütün sözcükler insanı anlatıyordu.