Masanın Diğer Ucu

Televizyon kutusuna bakmaktan boynunun tutulduğu, gözlerinin yaşardığı, ayak parmaklarının en küçüğünden başlayan karıncalanma bileklerine, bacaklarındaki kıllardan gövdesine, omzuna, boynuna uzandığı, tembellik, hayatta insanın elinden tek sefer dışında çıkamayacak kadar içi dolu edimin ağırlığı ve cüretkarlığıyla sahip olduğu tüm itkileri tek seferde harcamanın çaresizliğiyle kilitlenmiş, sadece kafası hissedilebilir ve berrakken, zamanın geçişini uzayan tırnaklarından anladığı günler -bir de eğer ellerse sakallarından; çünkü artık ne aynaya ne saate bakıyordu ne de üzerinde tarih bulunabilecek gazete, bilgisayar ve televizyon ekranına. Odaya temizlikçi almıyor, perdeleri açmıyordu. Resepsiyonist gelmediğine göre bir ay henüz dolmamıştı- yine de geçiyordu.
Başkalarının kelimelerini, en çok üvey oğlununkileri bulmak isterken kendininkileri kaybettiğini, akşam yemeği için çıktığında karıncalanmanın dudaklarına yayılmasıyla anladı. Karşı odadaki kadın dönüyor olmalıydı. Adama hiç bakmadan kapısını kapadı.
Ertesi gün otelin yemek salonunun açıldığını, onu ilk zamanlarda heyecanlandıran, şimdiyse hiçbir şey açıklamayacağını, baştan beri o kağıtların, öykülerin yanıt değil, bir tür şakayı, karnaval çadırındaki yırtıktan ensesine dökülen külleri işaret ettiğini bilerek odasından dışarı, kutuyu terk ederek uzattığı kulağına gelen yeni fetişi karşı kapının sesinden anladı.
Bir tesadüf, salon ufak, masaların hepsi dolu ve tek yer iki kişilik masada oturan o kadının karşısında.
Arkasında polisler duruyordu.